Büyük şehirlerde son senelerin modası poşetler içinde satılan bitkisel çaylar. Oysa Anadolu’da, çeşit çeşit ot, uzun zamandır çay yapımında kullanılıyor. İşte bu çaylardan en yaygın olanları… |
Eskiden büyük şehirlerde, çay denilince, sadece çay bitkisinin (Thea sinensis) fermente olmuş yapraklarından hazırlanan koyu renkli, buruk veya acı lezzetli sıvı akla gelirdi. Artık başka bitkilerden hazırlanan genellikle süzme torbalar içindeki çaylar da kullanılıyor ve bunlara "bitkisel çay" deniyor. Bu, son 10-15 yıldır ülkemizi de içine alan "Doğaya Dönüş, Yeşil Akım, Sağlıklı Yaşam" gibi kavramların yaygınlaşması sonucu ortaya çıktı. Büyük şehirlerde sadece "kara çay*" içilirken Anadolu'da köylerde, kasabalarda ve küçük şehirlerde değişik yabani bitkiler çay olarak içiliyordu ve hala içiliyor. Köylüler çevrelerinde yetişen pek çok yabani bitkiyi çay olarak kullanıyor ve onlara dağ çayı, yayla çayı, adaçayı gibi değişik isimler veriyorlar. Adaçayı: Güneybatı Anadolu'da ve özellikle Muğla çevresinde "adaçayı" (Salvia triloba) bitkisinin yapraklı dalları çay hazırlamada kullanılıyor. Bitkiye ve hazırlanan çaya adaçayı adı veriliyor. Adaçayı, Batı ve Güney Anadolu'daki kahvelerde bildiğimiz çayın yanında yaygın bir şekilde satılıyor. Müşteriye iki şekilde servis yapılıyor: Birinde çay gibi demlenip müşteriye böylece veriliyor. Ancak tadı biraz acı oluyor. Diğerinde ise, küçük bir dal çay bardağına konup üzerine kaynar su ilave ediliyor ve bu şekilde servis yapılıyor. Yerel halk buna "dallı" adını veriyor. Müşteri istediği renk ve koku ortaya çıkınca dalı çıkarıyor, ikinci şekilde hazırlanan adaçayının kokusu daha hafif ve içimi daha hoş oluyor. Yaprakları yüzde üç civarında uçucu yağın yanında flavonoitler ve triterpenik yapıda maddeler taşıyor. Koku, taşıdığı uçucu yağda bulunan sineol adlı maddeden ileri geliyor. Soğuk algınlığında terletici, idrar artırıcı olarak da içilebiliyor. Yaprakları veya süzen torbayı hafif sarı renk ve koku saldığında çıkarmakta yarar var. Çünkü, fazla tutulursa acı maddeler de suya geçiyor ve içimi zorlaşıyor. Adaçayını dal halinde aktarlarda, süzen torbalarda büyük alışveriş merkezlerinde bulmak mümkün. Dağ (yayla) çayı: Anadolu'da çay olarak en çok kullanılan bitki gruplarından biri de Sideritis türleri. Bu bitkiler Balıkesir çevresinden Kahramanmaraş'a kadar bütün kıyı şeridinde, İç Batı Anadolu eşiğinde, değişik mahalli isimler verilerek, çay olarak kullanılıyor. Sideritis türleri, ülkemizde yaygın olarak genellikle orman altında veya orman açıklıklarında yetişiyor. Bu türlerden S. congesta, yetiştiği yörede kullanıldığı gibi, Ankara ve İstanbul'da da aktarlarda satılıyor. Genellikle dağ çayı, yayla çayı olarak isimlendirilen bu bitkiden, çay şu şekilde hazırlanıyor: Bir bardak su içine çiçekli küçük bir dal parçası konup bir süre bekleniyor, bardaktaki suyun rengi sarımsı olunca, dal parçası çıkarılıp içiliyor. Bu çay, tadı ve içimiyle son derece hafif olma özelliği taşıyor. Anadolu'da çok sayıda Sideritis türü çay hazırlamak amacı ile kullanılıyor. Sideritis türlerinde yapılan kimyasal çalışmalarda, diterpenoitier, flavonoitler ve az miktarda da uçucu yağ, iridoitler, triterpenik asitler bulunmuş. Bu bitki çayı, soğuk algınlığında ve idrar artırıcı olarak kullanılıyor. Kekik: Anadolu'da yetişen kekiklerin bir kısmı halk tarafından taze veya kurutulmuş halde çay olarak içiliyor. Halk değişik cinslere (Thymus, Origanum, Thymbra, Corydothymus, Satureja) ait çok sayıda bitkiye kekik adı veriyor. Bu bitkilerin en önemli ortak özelliği, kuvvetli veya hafif, karakteristik kekik kokusuna sahip olmaları. Kekik, kokusunu, taşıdığı uçucu yağda bulunan karvakrol ve timol adlı maddelerden alıyor, işte bunlar arasında en çok kullanılanları: Zahter: Thymbra spicata'nın kurutulmuş yaprak ve çiçekleri, Güneydoğu Anadolu'da "zater veya zahter" adı verilerek çay halinde evlerde ve kahvelerde içiliyor. Özellikle Urfa, Gaziantep ve Kahramanmaraş çevresinde çay olarak içildiği gibi baharat olarak da yaygın bir şekilde kullanılıyor. Zahter yüzde 1-2 arasında uçucu yağ taşıyor. Bu uçucu yağın mühim bir kısmı karvakrol adı verilen bir madde. Bu madde suda da çözündüğü için, hazırlanan çayda da bulunuyor. Mide ağrılarında, soğuk algınlığında, öksürükte kullanılması tavsiye ediliyor. Taş, aş ve limon kekiği: Anadolu'da Origanum vulgare'nin değişik alt türleri bulunuyor. Bu bitkiler yetiştikleri bölgelerde çay olarak içilmelerinin yanında değişik rahatsızlıklara karşı halk ilacı olarak da kullanılıyor. Bunlardan birinin toprak üstü kısımları Isparta civarında Toros dağlarındaki köylerde çay olarak içiliyor. Bitkiye de yetiştiği toprak çeşidine ve kullanılışına bağlı olarak "taş kekiği" veya "aş kekiği" adı veriliyor. Bir başka alt tür ise "güve otu" veya "güvey otu" adı ile çay gibi içiliyor. Anadolu'da köylüler genellikle çevrelerinde yetişen Thymus türlerini toplayarak çay olarak içiyorlar. Thymus türleri çoğunlukla karvakrol bulunan bir uçucu yağ taşıdığı için kuvvetli kekik kokusuna sahip. Orta ve Güney Anadolu'da yetişen Thymus spyIeus ise, taşıdığı limon kokulu uçucu yağdan dolayı diğer kekiklere benzemiyor ve "limon kekiği" adıyla Beyşehir civarındaki köylerde çay olarak içiliyor. Anadolu'da çok sayıda Thymus ve Origanum türü yetişiyor. Thymus türlerinin önemli bir kısmı halk ilacı olarak kullanılıyor. Origanum türlerinden ise, halk ilacı ve çay olarak kullanılanları da bulunuyor. Alanya'nın Deretürbenas Yaylası'nda, Origanum saccatum'un toprak üstü kısımları taze iken toplanıp çay olarak içiliyor. Bu bitkide de karvakrol taşıyan bir uçucu yağ bulunuyor. Origanum saccatum'a dış görünüş olarak çok benzeyen, O. spyIeum da Orta Anadolu'da, kurutulduktan sonra çay olarak içiliyor. Her ikisinden de içimi çok hoş çaylar yapılıyor. Yabani nane: Batı Anadolu'da bazı yabani nane (Mentha) türleri de çay gibi içiliyor. Bunlardan en ünlüsü, Mentha pulegium. Bu bitkiye Batı Anadolu'da "filisgin-filiskin" adı veriliyor ve sulak yerlerde bol miktarda yetişiyor. Bitki az miktarda (yüzde 0.1-0.2) uçucu yağ taşıyor. Bu uçucu yağda yüksek oranda pulegon bulunuyor. Bu maddenin kokusu, tıbbi nanede bulunan mentolden daha hafif olduğu için filisginden hazırlanan çayların da kokuları daha hafif ve içimi kolay oluyor. Nane Ruhu: Kokusu naneye benzeyen bir başka bitki de Ziziphora tauric. Bu bitki "nane ruhu" diye isimlendiriliyor ve Isparta, Denizli, Aydın civarında çay olarak içiliyor. Bu bitkinin uçucu yağı da pulegon bakımından zengin ve içimi hoş. Güney Anadolu'da Stachys lavandulifolia bitkisinin toprak üstü kısımları "tüylü çay" adı altında kullanılıyor. Hafif kokusu, taşıdığı uçucu yağdan ileri geliyor. Anadolu'da çay olarak kullanıldığını tespit ettiğimiz 50-60 kadar bitki bulunuyor. Bu yazıda, bunlardan sadece bir kaçını sizlere tanıtmak ve dikkatinizi çekmek istedim. Anadolu'da yaptığınız gezilerde pazarlarda satılan otlara daha dikkatli bakmanız ve yerel ürünler satan dükkanlara uğramanız bunlardan birkaçını bulmanıza yeter. Bu keşifleriniz, yeni bir damak zevkiyle birlikte misafirlerinizi değişik bir lezzetle tanıştırma keyfini de tattırır. *Köylerde çay kelimesi genel anlamı ile kullanılır. Thea sinensis'ten elde edilen çaya “kara çay” denir, diğerlerine de özelliklerine göre değişik isimler verilir Prof. Dr. Ekrem SEZİK Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesi |
Sunday, April 1, 2007
Anadolu bitkisel çay cenneti
Hayvanlar için şifalı bitki rehberi!
Zoologlar, hayvanların şifalı bitkilerden yararlandıklarını keşfetti. Goriller bazı özel bitkileri yaralarının üzerine sürüyor. Uluyan maymunlar diş çürümesini önlemek için akaju meyvesinin saplarını çiğniyor. |
Avcılar, tavşanların mercanköşk, nane ya da papatyaların arasında dolaştıklarını bilirler. Zoologlar, tavşanların bu bitkileri neden tercih ettiklerini anlamaya çalışıyor. Mesela Michael Boppre, söz konusu şifalı bitkilerin tavşanlarda mide ve bağırsak parazitlerini önlediği kanısında. Kanıt olarak da Almanya'da yıllardan beri tavşanların yaşam alanlarındaki gelişmeleri izleyen biyologların gözlemlerini gösteriyor. Tavşanlar besili ve sağlıklı görünmelerine rağmen sayıları gitgide azalmakta. Bu garip yok oluşun nedeni bugüne değin, değişen iklim koşullarıyla birlikte artan yağışlar ve soğuk havaya bağlanıyordu. Fakat Boppre'nın bu konudaki görüşü farklı: "Endüstriyel tarımda kullanılan zehirli maddeler ve gübreler tavşanların beslenme alanlarına, dolayısıyla da parazitlerle savaşan doğal koruma mekanizmasına da zarar veriyor". Sağlıklı bitkiler Freiburg Üniversitesi Orman Zoolojisi Enstitüsü direktörü Boppre bundan birkaç yıl önce bulduğu 'Pharmakophagie' kavramıyla hayvanların doymak için değil, sağlıklı kalabilmelerine dayanan beslenme alışkanlıklarını vurgulamaya çalışıyor. Son zamanlarda hayvanların sağlıklarıyla ilgilendiklerine değin bilimsel bulgular çoğalıyor: *Goriller bazı özel bitkileri çiğneyerek elde ettikleri bulamacı yaralarının üzerine sürüyorlar. Araştırmacıların bu tür sonuçlara ulaşmaları aslında rastlantı değil. Çünkü hayvanların beslenme alışkanlıkları, doğayı yeni ilaç kaynağı olarak keşfeden farmakologlar tarafından da izlenmekte. Ve araştırmalar yerli kabilelerindeki 'hekimlerin' de hayvanların şifalı bitkilerinden yararlandıklarını gösteriyor. Mesela batı Tanzanya yerlileri, kusmakta olan bir Avustralya kirpisinin kök yiyerek iyileştiğini izleyerek yeni bir bitki keşfetmişler. 'Bundan 200 yıl önce buradaki insanlar da sağlıklı bitkiler hakkında daha fazla bilgiye sahiptiler; doğal ilaçlara ilginin artmasıyla, şimdi bunlar yeniden hatırlanmaya başlandı' diyor Boppre. 40 bin bitki biliniyor İngiliz bilim insanı Cindy Engel için hayvanların beslenme alışkanlıkları ayrı bir önem taşımakta. Besin listemizdeki birçok bitkiyi yapay tatlarla değiştirdiğimizden, bitkilerdeki tedavi edici etkinin de kaybolduğuna inanıyor. Kısa süre önce hayvanlar dünyasındaki şifalı bitkiler üzerine bir kitap yayınladı. Biyologlar, özellikle hayvanların alışılmışın dışında maddelerle, mesela dışkılarla beslendiklerinde ya da yaşamlarını tehlikeye atarak acı otlara ulaşmaya çalıştıklarında dikkat kesiliyorlar. Çünkü bu durumlar hayvanların bitkilerdeki ikincil bitki maddelerinden yararlandıklarını gösterir. Bunlar genelde bitkileri düşmanlarından koruyan, kokular üreten ya da hastalıktan koruyan maddeler. Bugüne değin aralarında kafein ve nikotin gibi maddelerin de bulunduğu toplam 40 bin bitkisel metabolizma maddesinin kimyasal analizi yapılmış. Uygun dozu bilmeyenler için bu maddeler genelde zehirli olabilir. 'Oysa düşük dozda alındığında tıbbi ilaçlar kadar etkilidir' diyor Max-Planck Kimyasal Ekoloji Enstitüsü direktörü Jan Baldwin. Hayvanlardan öğrenmeli Öyle görülüyor ki birçok hastalığı iyileştiren bitki var ve hayvanların birçoğu bunları koklayarak tanıyabiliyorlar. Özellikle, insana en yakın canlı türü olarak bilinen maymunlar... Örneğin dağ gorili kusmasını önlemek için ağaç kabuğu kemirir. Amerikalı kimyacı bu ağaç kabuğunun salmonella bakterisinin çoğalmasını önlediğini laboratuvarda kanıtlamış. Tanzanya'daki şempanzeler de Sierra Leone yerlileri tarafından 'Keçi öldüren' olarak adlandırılan ve son derece zehirli olan bir çalı bitkisinin dallarındaki özü çiğniyorlar. Maymun araştırmacısı Michael Huffman, bağırsak kurdu belirtileri gösteren dişi bir maymunun bu şekilde kısa bir süre içinde iyileştiğini gözlemlemiş. Hayvanların içgüdüsel olarak hastalanmamak için çaba gösterdiklerine inanan ve Bavyera bölgesindeki sığırcık kuşlarının yuvalarını sağlığa yararlı bir biçimde kurduklarını izleyen Max-Planck Ornitoloji Bölümü araştırmacılarından Helga Gwinner: 'Erkek kuşlar yuvayı çeşitli ot ve çiçeklerle besliyorlar' diyor. Daha sağlıklı Yavru sığırcık kuşları şifalı bitkilerle kurulmayan yuvalardaki yavru kuşlara göre daha sağlıklılar. Hatta son araştırmalar, bağışıklık sistemlerinin de daha güçlü olduğunu göstermiş. Çünkü kanlarındaki akyuvar oranı daha yüksek. Gwinner şimdi çalışma arkadaşı Jan Baldwin ile birlikte kuşların bağışıklık sistemlerini güçlendiren civan perçemi (Achillea millefolium) içindeki maddelerin moleküler yapılarını inceliyor. Zoologlar bir zamanlar sığırcık kuşu yuvasındaki çiçeklerin dişileri kızıştırdığını düşünüyorlardı. Bazı araştırmacılara göreyse yuvaları bit ve uyuz böceğinden koruyordu. Fakat ornitolog civan perçemiyle örülmüş yuvalarda da diğerleri kadar parazit bulmuş. Yuvaya odun kömürü Spiegel dergisinde yayınlanan araştırmaya göre, yuvalarını sağlıklı malzemelerle besleyen başka kuş türleri de var. Örneğin odun kömürünün antibakteriyel özelliğinden yararlanan Avustralya ispinoz kuşu yuvasına odun kömürü döşüyor. Hatta Otus asio baykuş türünün yuvasında böcek larvalarıyla beslenen yılanlar (Leptotyphlops) bulunmuş. Fakat hayvanlardaki her dikkat çekici davranışın tedavi amaçlı olduğunun düşünülmemesi gerekir. Örneğin Romalı yazar Plinius (doğumu İ.S.24 veya 23) kör yılanların, gözlerini rezene çiçekleriyle ovduktan sonra yeniden görebildiklerini sanıyordu. Oysa bu durumda rezenenin tedavi edici bir etkisi yok. Yılanlar deri değiştirirken kısa bir süre için görmezler. Ancak gözlerinin etrafındaki deriyi rezene saplarıyla keserek derilerinden daha çabuk kurtulmaya çalışırlar. Ortaçağ İngiltere'sindeki doktorlar yara tedavisinde hastalarına köpek yavrusu dili öneriyorlardı. Köpekler gerçekten de yaraları yalıyorlar, ama iltihabı iyileştirici etki dilde değil tükürüktedir. Toprak yemenin faydası Şifalı otlar konusunda en doğru reçeteleri bulabilenler, bugün bile kusmaya karşı toprak yiyen Avustralya yerlileridir. Özellikle mineral eksikliği (başta sodyum olmak üzere) çeken otçul canlılar toprak yemeyi severler. Örneğin güney Amerika'da yaşayan maymun ve papağanlar yoğun mineral içerikli termit yuvalarındaki toprakla besleniyorlar. En yoğun sodyum eksikliği fillerde görülür. Batı Kenya'daki filler sodyum ihtiyaçlarını Mount Elgon volkanındaki bir mağarada gidermeye çalışırlar. Fillerin kopardıkları tonlarca kaya parçası arasında son derece etkili bir sindirim ilacı olan sodyum sülfat da bulunur. Ve akut zehirlenmelerde birçok hayvan killi toprak yer. Çünkü kil zehri temizlemekte. Maymunlar özellikle de termit yuvalarındaki killi topraktan yararlanırlar. Papağanlar killi tabakaların hemen yüzeyde bulunan yamaç yarıklarını tercih ederler. Ancak zehirlenmeye karşı en çok kullanılan doğal ilaç odun kömürüdür. Hayvanın kendi ağırlığından 200 misli daha fazla zehri temizleyen odun kömürünün etkisinden insanlar da yararlanır. Genelde orman yangınlarından artakalan odunları kemiren maymunlar acil durumlarda odun kömürünü evlerden de çalıyorlar. Çünkü primatların yemek listesinde bulunan mango, zararlı maddeler içerir ve odun kömürü bunları bertaraf eder. Kafeslerde yaşayan hayvanların şifalı bitkilerden yararlanmaları çok zor. Bu da onların doğada yaşayan türlerine göre neden daha çok sindirim rahatsızlıklarına yakalandıklarını açıklıyor. Davranışları içgüdüsel Belli başlı bitkileri yemeleri genelde içgüdüsel bir davranış. Ama eğer kendilerini daha iyi hissediyorlarsa yararlı bitkileri akılda tutabiliyorlar. Asıl ilginç olan, hayvanların sırf tadına bakarak bir sürü şifalı bitkilere ulaşmış olabilmeleri. Boppre, Afrika'da yaptığı bir araştırma gezisi sırasında bulduğu Chrysippusfalter kelebeğini Almanya'ya getirerek çoğaltmaya çalışmıştı. Ancak erkek kelebekler oldukça sağlıklı olmalarına rağmen çiftleşmeye yanaşmıyordu. Zoolog ikinci gezisinde doğada yaşayan kelebeklerin davranışlarını yeniden incelediğinde, erkek kelebeklerin çiftleşmeden önce kurumuş çiçek saplarını emdiklerini fark etmiş. Dişi kelebeği etkileyen bir kokuya dönüşen madde, çiftleşme sırasında spermayla birlikte dişiye dolayısıyla da yumurtalara geçiyor. Boppre bu kokunun yumurtaları düşmanlardan koruduğunu sanıyor. ekoses.com |